Waters of Life

Biblical Studies in Multiple Languages

Search in "Turkish":
Home -- Turkish -- The Ten Commandments -- 10 Eighth Commandment: Do Not Steal
This page in: -- Afrikaans -- Arabic -- Armenian -- Azeri -- Baoule? -- Bengali -- Bulgarian -- Cebuano -- Chinese -- English -- Farsi? -- Finnish? -- French -- German -- Gujarati -- Hebrew -- Hindi -- Hungarian? -- Indonesian -- Kiswahili -- Malayalam? -- Norwegian -- Polish -- Russian -- Serbian -- Spanish -- Tamil -- TURKISH -- Twi -- Ukrainian? -- Urdu? -- Uzbek -- Yiddish -- Yoruba?

Previous Lesson -- Next Lesson

TOPIC 6: ON EMİR’İN BAŞLANGICI - Allah kendisini açıklıyor

10 -- SEKİZİNCİ EMİR: ÇALMAYACAKSIN



ÇıKıŞ 20:15
Çalmayacaksın?


10.1 - Servet Kimin

Başlangıçta Allah yeri göğü yarattı. Tüm madde âlemi, bitkiler, hayvanlar ve canlarımız O’na aittir. Her insan Allah’ın “malı”dır. Varlığımız bir tesadüf sonucu değildir. Allah’ın lütfu, düşüncesi ve gücü her yaratılmışa damgasını vurmuştur. Allah tüm evrenin sahibidir; malımız, varlığımız, yeteneklerimiz O’nun mülküdür. Bizlere O’nun tarafından emanet edilmiş zaman, para ve gücün sorumluluğunu taşıyoruz.

Allah’ın varlığına inanmayan dünya görüşlerinin tarihi oldukça geriye gider. Kurucu ve izleyicileri, ruhun varlığını inkâr eder, her şeyin maddeden gelişerek vücut bulduğunu iddia ederler. Bundan dolayı komünizmde evrenin sahibi Allah değil, “kitle”dir. Sözde halkın çıkarları parti tarafından temsil edildiği için, güç ve servet tümüyle parti yöneticilerinin avucundadır. Sadece partinin direktiflerine uyanlar, ortak gelirden pay alabilir. Birey, ortak girişime ilgi göstermediği için, bugün hemen her yerde bu ideolojinin çöktüğü biliniyor. Çünkü, hemen herkes mümkün olduğu kadar az çalıştı, buna karşılık becerebildiğince devleti sömürdü. Kişi toplu girişim için yaratılmamıştır. Allah önünde sorumluluk taşıyan bir yaşam için yaratıldık.

Doğu’nun tersine Batı’da öteden beri özel girişimci kapitalist düzen hâkimdir; herkes dilediğince tasarrufta bulunma hakkına sahiptir. Halbuki “demokratik sosyalizm”, gelir durumu düşük olanlara her ne pahasına olursa olsun toplu gelirden daha fazla pay vermek uğraşındaydı. Batı’nın milyonerleri Allah önündeki sorumluluklarının farkında olsalar, dizginsiz kapitalist sistemleri için tövbe eder; düşük gelirli emekçilerine gelirlerinden daha fazla pay sunarlar.

Temelde kapitalizm ve sosyalizm ilke ve amaçta pek farklı değildir. Her iki sistemin de imanı, güç ve kapitaledir. “Refah” her ikisinin de nihai (en son) amacıdır. Yalnızca bu güç ve kapitali ele geçirip dağıtma konusunda birbirlerinden ayrılırlar. Bu arada unutmamak gerekir ki, kamulaştırma adı altında özel mülkiyeti ortadan kaldırmak da bir tür hırsızlıktır. Zenginlerin yoksulları sömürmeleri de en azından bir önceki kadar günahtır.

Mesih İmanlıları için bu sorunların ayrı bir anlamı vardır. Yaratan; tüm mülkün sahibi, biz ise; bağımsız malikler değil, yöneticiler konumundayız. Doğrudan ve yalnızca bize ait olan hiç bir şey yoktur. Sahibi olduğumuz her şey tanrısal berekettir. Paramızı, gücümüzü ve zamanımızı nasıl kullandığımız hususunda O’na bir gün hesap vermeliyiz.


10.2 - Allah Sevgisi ve Para Tutkusu

İsa şu uyarıda bulundu: “Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem, Allah’a hem de paraya kulluk edemezsiniz.” (Matta, 6:24) Bir Mesih İmanlısının parasını sadece kendi arzuları için kullanıp Allah’ın tasarrufuna bırakmaması imkânsızdır. Aksi takdirde o, Allah’ın mülkünde bir hırsızdan farksızdır. Parayı harcama, kullanma biçimi, bu açıdan iyi değerlendirilmelidir. Hali vakti yerinde olan Mesih İmanlıları yalnızca kendileri için yaşamaz; kendilerine emanet ettiği servetle ne yapmaları gerektiğini ciddi bir biçimde Yaratan’a sorarlar.

Kitlelerin refah durumunu yükseltecek endüstrinin henüz bulunmadığı yoksul ülkeler, parasal ve teknik yardımlardan daha çok İncil temeline dayanan ruhsal bir aydınlanmaya muhtaçtırlar. Üçlük’te bir olan Allah’a iman sayesinde fertler sorumluluk, çalışkanlık ve fedakârlık erdemleriyle çalışmayı öğrendikten sonra ancak, maddi yardım faydasını gösterebilir. Yalan dolan, hırsızlık, tembellik, ancak köklü bir zihin değişikliğiyle yerini titizlik, çalışkanlık ve sorumluluk duygusuna bırakır.

Allah, “Çalmayacaksın!” demekle, ferdin -kendisine emanet olarak verdiği- varlığını savunuyor. Kimseyi servetinden ötürü kıskanmamalıyız, zira aynı oranda Allah önündeki sorumluluk da artar. İsa şöyle diyor: “...Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Allah’ın Egemenliğine girmesinden daha kolaydır.” (Matta, 19:24) Durumu yerinde olanların serveti, kimsenin hırsızlığını haklı çıkaramaz. Çalan, bu haksızlığının sorumluluğunu Allah önünde taşır.

Bize ait olmayan bir şeyi edinmeye hakkımızın olmadığını bize bildiren hassas bir duygu vardır içimizde. En küçük bir hırsızlıkta bile vicdanımız tepki gösterir. Acaba başkasına ait olan bir nesneye sahip miyiz? “Hırsızlık” sonucu edinilmiş her nesneyi bize göstermesi için Rabb’e dua etmeliyiz. Sonra, bir yabancıya ait olan nesneyi sahibine götürüp ondan af dileme cesaretini gösterebilmek için, İsa’dan bize güç vermesini dilemeliyiz. Bu konuda tereddüt gösteremeyiz; çünkü her türden hırsızlık malı İsa’yla olan ilişkimizi zedeler, vicdanımızı sürekli rahatsız eder. Küçük bir Afrika ülkesinde vaizin, “Çaldığınız her şeyi sahibine geri verin” çağrısını duyan polisler birbirlerine bakarak yüksek sesle gülmüşlerdi. Küçük ya da büyük içlerinde “hırsızlık” yapmamış birinin olmadığının farkındaydılar. Kişinin günahını fark etmesi, tövbe ederek onu itiraf etmesi, kusurunu tamire çalışması başlı başına nimettir. Günahtan kurtulmanın belirli sonuç ve meyveleri vardır.


10.3 - Çağdaş Hırsızlık

Hırsızlık yalnızca kimse görmeden başkasının malını aşırmak değildir. Emanet edilen bir malı korumamak, zayıf iş ahlâkı, çalışma anında sohbetle geçirilen zaman vb. de hırsızlık kapsamına girer. Kusurlu bir malı normal fiyatına satmak ya da karaborsacılık yapmak; bunun gibi yanlış vergi bildirimleri, gelir gider raporlarındaki yanlışlar hırsızlıktan başka bir şey değildir. İş ve çalışma yaşamında sayısız hırsızlık ve dolandırıcılık yolu vardır. Allah’ın huzurunda yaşamayan kişi, tembellik, gücünü aşan taleplerden dolayı hem Allah’a, hem de insanlara suç işleme tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Aynı tehlike, işçilerini sömüren, gereğinden fazla çalıştıran, kararlaştırılmış ücretleri zamanında vermeyen işverenler için de geçerlidir. Yüksek faiz almak, ödemeyeceğini bile bile borç almak da hırsızlıktır. Doğrudan ya da gizli kapaklı hırsızlık imkânları çeşitlidir. Kutsal Ruh tarafından perçinlenmiş bir vicdandan yoksun kişi, para pul arzusu sebebiyle kurtuluşunu ve doğruluğunu yitirmek tehlikesi ile karşı karşıyadır. Pavlus şöyle diyor: “Ne hırsızlar, ne de soyguncular Allah’ın Egemenliğini miras alacaklardır.” (I. Korintliler, 6:10)

Modern toplum yaşamında hırsızlık yeni biçimler geliştirdi; hizmete mahsus telefon özel işler için kullanılabiliyor. Süper marketlerde mal aşıran aşırana, araba hırsızlığının önü alınamıyor. Uyuşturucu ticareti, müptelâlarının bağımlılığını sömürerek yolunu buluyor. Her türlü dayanma gücünü kıran tutkuları, her ne pahasına olursa olsun, onları bir yerlerden para edinmeye zorluyor. Bilgisayar disketlerine kaydedilmiş başkalarına ait bilgilerin satımı da bir başka çağdaş dolandırıcılıktır.

İsa’nın sunduğu yeni yüreği kabul etmeyen kişi, para ve servet peşinde kendisini her türlü kötülüğün kaynağı olan kıskançlık ve hırsa teslim eder. Mal mülk edinmeyi kendisine yaşam hedefi yapan kişi, bozuk bir zihniyet kazanır. Düşünme çabalarını yönlendiren, sadece ekonomik etmenlerdir. Böyle birinin yaşamının odak noktası Allah değil, paradır. Rabb’in esenliği ve sevinci onun gücü değildir artık.

Zengin olmak isteyenler türlü deneme ve tuzaklara düşerler. Oysa İsa yoksuldu, başını yaslayacak bir yeri bile yoktu. Kendisine ihanet eden Yahuda hırsızın biriydi. (Yuhanna, 12:6) Pavlus kimseye yük olmak istemediği için en ağır işleri yapmaktan çekinmedi. Yalnızca kendisi için değil, serbestçe İsa’nın hizmetinde çalışmalarını dilediği arkadaşları için de emek harcadı.


10.4 - Çalışma ve Özveri

İmanda henüz yeni olan bazı kardeşler para ve çalışmaya ilişkin bazı düşüncelerini değiştirmek zorunda kalabilirler. Dilenmek, başkalarından yardım ummak, sürekli bir gelir kaynağı olamaz. Rabb’den bize gündelik ekmeğimizi vermesini dilediğimizde, O’ndan aynı zamanda bize bir iş imkânı açmasını da dilemiş oluyoruz. Uygun bir iş, doğru bir iş sunabilmek için sağlık; başkanımızla ya da çalışma arkadaşlarımızla aramızda zorluklar çıksa da, O’ndan sabır dileyebiliriz. Allah’ın yönetiminde yaşayıp, işini çalışkanlıkla yerine getiren kişinin çalmaya ya da dilenmeye ihtiyacı yoktur. Hem kendisi, hem de ailesi için yeterli geçim kaynağına sahip olduğu gibi muhtaçlara yardım da edebilir; Rabb’in kendisine emanet ettiği varlıkla İncil’in yayılmasına katkıda bulunabilir. “Vermek almaktan daha kutsaldır.” (Efesliler, 4:28; I. Selanikliler, 4:11).

İsa, dindar ve On Emir’i sadakatle yerine getirmeye çalışan zengin bir gence rastladı. Rab, bu genci sevdi, görünmeyen bağlarından kurtulabilmesi için ona yardım etmek istedi. “Yetkin olmak istiyorsan” dedi ona, “elindekini avucundakini sat, yoksullara ver. O zaman gökte bir hazinen olacak.” (Matta, 19:21) Bu sözler genç adamı kederlendirdi; çünkü çok varlığı vardı. İsa’nın yanından ayrıldı. Kendimizi her an sınamalıyız. Yaşamımızı belirleyen, ön planda olan nedir? İsa mı, yoksa varlığımız, hesap numaramız ya da sağlığımız mı? Umudumuz ve yaşam temelimiz nedir? (Markos, 10:19; Luka, 18:20) İsa bizi servet hırsından kurtarmak istiyor. Ancak böylelikle Allah’a kendimizi verebilir, özveriyi yaşamımızın ilkesi yapabilir -kendisini günahlılar için feda eden İsa benzerliğinde- başkalarına yardım edebiliriz. Rabb’in dileği, bizi paraya bağlılıktan kurtarıp Ruhu’nun yaşamında kutsamaktır.

İlk İmanlılar Topluluğu üyeleri birbirlerine çok sıkı bağlarla bağlıydılar. Topluluk üyeleri İsa’nın yaklaşan gelişini bekleyerek yaşıyorlardı; sahip olduklarını satıyor, elde edilen geliri aralarında paylaşıyorlardı. Bu, bir daha ulaşılamayacak olan bir komün yaşamı olup, zorlama ve şiddetle yaşamını devam ettirebilmiş olan Bolşevik komünizmine taban tabana zıttı. İlk İmanlıların bu eşsiz topluluk hayatını, sosyalizmin Siyonist unsurlarla uygulandığı Yahudi Kibbuz deneyiyle de karşılaştıramayız. Gerek bireylerin kişisel sorumluluğu, gerekse farklı cinslerin karşılıklı ilişkileri gibi konularda, adı geçen girişim sorunlar yaratmaktadır.

Bu ilk topluluk sahip olduğu yüksek ruhsal düzeyini uzun süre koruyamadı. Topluluk üyeleri yoksullaştılar. Bekledikleri gibi İsa hemen gelmedi. Büyük bir kıtlık ülkeyi sardığında, İmanlılar Topluluğu da çetin sıkıntılara girdi. Yunanistan ve Anadolu’da yeni İmanlılar Topluluklarını ziyaret edip topladığı hatırı sayılır miktarda yardımları Kudüs’teki topluluğa getirecek olan kişi, Pavlus’tu.

Halkların Elçisi yeni bir ahlakı sunarak çalışmanın anlamını kökten değiştirdi: “Bunu, sırf insanları hoşnut etmek isteyenler gibi göze hoş görünen hizmetler değil, saf yürekle, Rab korkusuyla yapın” (Koloseliler, 3:22). Bundan böyle her onurlu iş, ibadet değerindedir. Kim için çalışıyoruz sorusunu kendimize yöneltmeliyiz. Kendimiz için mi, ailemiz, işverenimiz, devletimiz için mi, yoksa Allah için mi?


10.5 - İslâm ve Varlık

İslâm, Yaratan’ın sınırsız gücünü, bireye emanet edilmiş serveti kabul eder, tanır. Servet, sadık bir şekilde ibadet edip şeriata uygun yaşayan imanlılara Allah’ın bereket ve mükâfatı olarak görülür. Birey kavramı Doğu’da görülmez; kişi boy ya da budun bağı içinde yaşar. Arazi, yeraltı zenginlikleri aşirete aittir. Büyük aile, yaşlıların, hastaların, düşkünlerin barındığı yerdir. Daha yakın zamana kadar Doğu toplumlarında sosyal güvenlik kurumuna ihtiyaç yoktu. Çağdaş toplumun beraberinde getirdiği yeni kurumlar, Doğu toplumlarına sanayileşmeyle girdi.

İslâm’ın ilk dönemlerinde cihattan sağlanan ganimetin dağıtımı, henüz kuşkusu olanları dine kazanmanın başlıca yoluydu. Muhammet bu metoda sık sık başvurdu. İslâm’ı kabul etmeyen, kitabi dinlerin dışında bir inanca mensup olanlar ya öldürülmeli, ya da köle yapılmalıydı. Şeriata göre köleler, Müslüman’ın sahip olabileceği bir insan sınıfıdır. Özellikle evlenme çağına gelmiş köle kızlar -yine köle olan- ailelerinin izniyle sahiplerinin arzularını yerine getirmek zorundaydılar. Köle ticareti, insan alım satımı İslâm’da yüzyıllar boyu devam etti. Kuzey, Orta ve Güney Amerika, böylesi büyük bir miktardaki ucuz iş gücünü sömürmekten utanmadılar. Birleşik Amerika’daki özgürlük savaşı ve İngilizlerin köle ticaretine karşı verdikleri mücadele ancak bu uluslararası insan vurgununun sonunu getirebildi.


10.6 - Şeriatın Sert Cezaları

İslâm’da hırsızlığa karşı son derece sert cezalar öngörülür. Hırsızlık ispatlandığında failin sağ eli kesilir; eylem tekrarlanırsa, bu kez sol ayak kesilir. Cezanın böylesine acımasız ve korkunç oluşu sonucu, şeriat hükümlerinin uygulandığı ülkelerde daha az hırsızlık olayları görülür. Hukuk ve düzenin devamı böylece korku yoluyla sağlanmış oluyor. Ama yine de hırsızlığın önünün alınamaması nedeniyle, İran, Suudi Arabistan gibi ülkelerde suçluların ayakları kesilebiliyor. Son zamanlarda İran’da, eli otomatik olarak kesip yarayı anında bağlayan bir giyotinin uygulanmaya konduğu haberi duyuldu. Sudan’da dört yıllık bir süreden sonra kimi şeriat hükümlerinin uygulanmasına son verildi. Dönemin kurbanlarından 125 kişi, yürürlükten kaldırılmış bir yasa yüzünden sakat bırakıldıkları gerekçesiyle şimdiki hükümetten malûllük maaşı istemektedirler. İçlerinden 26 erkeğin, ikinci bir hırsızlıktan dolayı sol ayakları da kesilmiş durumdadır. Basında yayımlanan bir fotoğraf, elsiz, ayaksız birçok erkeği gösteriyor. Hırsızlık suçundan dolayı tutuklanmış bir insan, böylesi bir cezayla düzeltilemez, ancak asalak biri haline getirilir. Hamurabi dönemine (İ. Ö. 1793-1750) ait bu tür kanunların günümüzde uygulanması imkânsızdır.


10.7 - İsa, İzleyicilerindeki Hırsızlığın Üstesinden Nasıl Geldi?

İsa çok daha doğru bir yol gösterdi. O, hırsızlığa ilişkin cezaları kaldırmadı; ancak Tanrısal ceza olan sonsuz ölümü bizim yerimize yüklendi. Bu mükemmel kurban, O’nun yerimize sunduğu bu fedakârlığa şükran borcumuz olarak, elimizi bir başkasının malına asla uzatamayız.

İsa, “Gerçek Ruhu” aracılığıyla bizi hırsızlık zihniyetinden kurtardı; Babamız Allah’a güven duygusunu yüreklerimize bağışladı. Böylece O’ndan iş, sağlık ve günlük besin dileyebiliriz. Çaresizlik, sıkıntı ruhu kalbimizde artık yer bulamaz. Tesellimiz var ve Babamız’ın bizimle ilgilendiğini, bizi yalnız bırakmayacağını biliyoruz.

İsa, yaşamın anlamını para ya da varlıkta değil, özveri ve şükür duygusunda gören bir kalp bağışladı bize. Bu sayede hırs ve kıskançlıktan kurtulduk; zenginlerin rahat olmadıklarını biliyoruz. Fazla servet, peşinde tehlike getirir. Kişi bir anda cebinin kölesi olabilir. Şu da var ki, gerek varlıklılar, gerekse biz sarf ettiğimiz her kuruş için hesap vereceğiz. Yoksullara nasıl yardım edebilecekleri konusunda Mesih İmanlıları bambaşka bir zihniyetle davranırlar. Yoksullar, muhtaçlar, her şeyden önce çalışkan olmayı, ruhsal sorumluluk taşımasını, başkalarına bağımlı kalmaktan kurtulmasını öğrenmelidirler. Kişi gerçekten çalışamayacak durumda ve hastaysa, bu durumda ona sürekli yardım sağlanmalıdır. Böyle bir görevin üstesinden tek başımıza gelemeyeceğimize göre, sıkıntıda bulunanlara uzun süreli destek sağlayabilmek için bir araya gelmeliyiz.

Cezadan korku değil, muhtaçlara Allah’ın sevgisini aktarmak, Mesih İmanlısını harekete geçiren motiftir. Evet, Golgota’da canını bizim için verene şükran duygusudur, davranışlarımıza yön veren. Yoksa “iyi işler” yardımıyla suçlarımızı silme uğraşı değil! Çalmak, dilenmek, borçlanmak düşüncesini İsa zihinlerimizden sildi; bizi çalışkanlığa, en küçük konularda bile doğruluğa ve kanaatkârlığa sevk etti. O’nun fedakârlığı, bizi de kendisine özveriyle hizmet etmeye yöneltiyor. Yalnızca kendimizi düşünmemeliyiz; O, yakınımız olan insanın ihtiyaçlarını görme yeteneği bağışladı bize. Mesih, servet ilişkilerini şiddet yoluyla değiştirmek yerine, yolunu takip ederek kendisini yaşam hedefi edinecek “yeni” insanlar yarattı. “...İnsanoğlu hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını bir çokları uğruna kurtulmalık (fidye) olarak vermeye geldi.” (Matta, 20:28)

www.Waters-of-Life.net

Page last modified on March 12, 2014, at 09:13 AM | powered by PmWiki (pmwiki-2.3.3)